03.06.2023 tarihinde Ankara Gölbaşı ilçesinde meydana gelen yoğun yağış sonrasında bölgede yaşayan müvekkillerimizden idarenin sorumluluğu hakkında sorular almaya başladık. Bir müvekkilimizin evi, itfaiye ölçümlerine göre 3 metre 32 cm sular altında kaldığını öğrendik. Bir diğerinin ise 1 metre ölçüm.
Araştırmaya başladığımızda öncelikle delillerin kaybolmaması için taşınmazın bulunduğu yer mahkemesi olan Gölbaşı Sulh Hukuk’tan delil tespiti talebinde bulunduk. Çünkü zayi olan buzdolaplarının, halıların, şişen dolapların, parkelerin bir tespit raporu ile tespit edilmesi gerekiyordu.
Mahkeme kalemine giderek durumun çok acil olduğunu, talebimizin çekişmesiz olduğunu, karşı taraf olmadığından tebliğ vb. ile vakit kaybetmeye gerek olmadığını, en yakın keşif gününde adresimize bilirkişiler ile gelinmesini talep ettiğimizi söyledim. Çarşamba günü görüştüğüm kalem Perşembeleri keşif günleri olduğunu ve yarın hemen gelebileceklerini söylediler. Ayrıca ben durumu anlatırken kalem personellerinden biri “Avukat hanım, merak ettim, melek Mikail’e mi dava açacaksınız? Allahtan yağmış, kim nasıl sorumlu tutulabilir?” dedi. “Eğer idareler almaları gereken tüm önlemleri almışlarsa doğru söylüyorsunuz.” dedim.
EĞER İDARELER ALMALARI GEREKEN TÜM ÖNLEMLERİ ALMIŞLARSA…
Kalem memuruyla yaptığımız kısa sohbetten sonra ofisime döndüm. Danıştay’ın karar arama sayfasına girdim ve kararda bulunmasını istediğim özellikli kelimeleri arattım. Bunlar, “sel” “tazminat” “kusursuz sorumluluk” “mücbir sebep” “doğal afet” “idarenin sorumluluğu” gibi kelimelerdi. Çıkan kararlardan bilgisayar ekranında işime yarayabilecek olanları kısaca tespit ettiklerimi dosyalamak üzere yazıcıya gönderdim. Ardından “İdarenin Doğal Afetler Neticesinde Meydana Gelen Zararlardan Sorumluluğu” başlıklı bir araştırma makalesi (dosya olarak bu yazıya eklenmiştir.) dikkatimi çekti. Onun da çıktısını aldım ve yazıcıya ekledim. Birkaç başka makale ve yaklaşık 15 tane bulduğum Danıştay kararı ile birlikte kalınca bir klasörüm oldu. Kahvemi yaptım ve oluşturduğum dosyayı yavaş yavaş okumaya başladım.
Hem elimdeki makalelerde yer alan kararların hem de benim karar arama motorlarında bulduğum kararların hep aynı özellikli konular üzerine eğilerek inceleme yapılan alanı birkaç noktaya ve ilkeye indirgediklerini gördüm. Ayrıca idarelerin cevapları da çoğunlukla hep aynıydı.
İdareler, sel, yangın, taşkın, deprem gibi doğal afetlerde kendilerine yöneltilen tazminat taleplerine “mücbir sebep” savunması yaptığını gördüm. Hatta okuduğum bir kararda davalı idare, bölgenin aldığı mevsimsel yağışın ortalamasını almış ve tazminat talep edilen olayda ortalamanın üzerinde bir yağış gerçekleştiğini ifade ederek sorumluluktan kurtulmaya çalışmaktaydı. Bu durumda idarenin kusurlu atfedilebilmesi için mücbir sebep hali bulunmaması gerekiyor. Hem biz avukatlar olarak elimize aldığımız işlerde hem de sayın mahkemeler karar verirken “mücbir sebep hali var mı?” diye bakıyorlar ve bakmalılar.
Gölbaşında yaşanan sel hadisesinde ise hukuki fikrimiz, mücbir sebep hali olmadığı ve idarelerin zararda sorumluluk paylarının belirlenerek payları oranında zararı karşılamaları gerektiği şeklindedir.
“Mücbir Sebep” hali, Herhangi bir kimse tarafından alınacak önlemlere karşı, önüne geçilmesi olanaksız, borcun yerine getirilmesine engel, borçlunun iradesi dışında beklenmedik olaylar, şeklinde tanımlanır. (TDK)
T.C. DANIŞTAY 10. DAİRE KARARI 2016/15891 E. 2021/4118 K. “Davacı tarafından Kırıkkale ili Lüleburgaz ilçesi Sanayi sitesinde bulunan bir iş yerinin yakınında bulunan dere yatağının yağmur suyuna bağlı olarak taşması sebebiyle işyerinde oluşan hasarın, idarelerin sele karşı tedbir alma yükümlülüklerinin yerine getirilmemesinden kaynaklandığı ve idarelerin sorumluluğunda olduğu ileri sürülerek iş yerinde oluşan hasar sebebiyle sigorta ekspertiz raporuna istinaden sigortalıya ödenen 37.704,60 TL’nin ödeme tarihi olan 14.05.2015 tarihinden itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan tahsiline karar verilmesi istemiyle açılan dava sonucunda, … İdare mahkemesince davanın kısmen kabulü ile 37.024,62 TL maddi tazminatın idareye başvurunun yapıldığı 29.05.2015 tarihinfrn itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalılardan alınarak davacıya verilmesi, tazminat isteminin kalan kısmı yönünden ise davanın reddi yolunda verilen … E. … K. tarihli kararın davalı idareler tarafından kabule ilişkin kısmının temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.
… Kararın kabule ilişkin kısmı hukuka uygun olduğundan ONANMASINA, karar verilmiştir.
İdare bu dosyada “… ilgili belediyenin ve dere üzerinde bulunan köprünün yapım işini yüklenen firmanın sorumlu olduğunu, kendilerine husumet yöneltilmemesi gerektiğini, uyuşmazlık konusu olayda mücbir sebep nedeniyle idarenin sorumluluğundan bahsedilemeyeceğini, belirlenen tazminat miktarının fahiş olduğunu, davalı idare Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü tarafından, taşkın kontrol tesislerinde bakım ve onarım çalışmalarının düzenli olarak yapıldığını, olayın doğal afet niteliğinde olup kusurlarının bulunmadığını…” söylemişse de taşkın sebebiyle sorumlu tutulmuştur ve ödeme yapmıştır.
İdarelerin mücbir sebep savunması ile sorumluluktan kurtulabilmesi için bazı şartların kümülatif olarak bir arada bulunması gerekmektedir. Bunlar: Dışsallık, Öngörülemezlik, Önlenemezlik. Yazımızın konusu doğal afetlerle ilgili olduğundan “dışsallık” unsuru karşılanmıştır. Öngörülemezlik ve önlenemezlik unsurları üzerinde durmak gerekmektedir. Günümüz teknolojisinde idarelerin sahip olduğu mali ve teknik imkanlar gözetildiğinde, önlenemez ve öngörülemez hadiselerin sınırlarının daralması gerektiği düşüncesindeyiz.
Öncelikle afetin mücbir sebep olarak adlandırılabilmesi için afetin önlenebilmesinin mümkün olup olmadığına bakılması gerekir. Nadiren görülen ve bölgenin normaline uygun olmayan doğa olaylarının önlenemez olduğunun kabulü gerekir. Ancak, aynı türden afetin o bölgede çok sık yaşanması, AFAD raporları ile bölgenin afet riskine açık olduğunun tespit edilmesi, bölgede afet önleme planı hazırlanması fakat o planın uygulanmaması, imar izni verilmemesi gereken bir yere izin verilmesi, dere yatağının yönünün değiştirilmesi, dere yatağının yönüne dikkat edilmeden yol yapım çalışmalarında bulunulması gibi durumlarda zarara bir idari eylemin aktif veya pasif hareketi ile sebep olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda “önlenemez” değildir.
Aynı bölgede sürekli olarak aynı doğal afetin görülmesi örneğin bir derenin her Eylül ayında taşıyor olması ise doğal afetin öngörülemez olmasını ortadan kaldıran bir unsurdur.
Bu bilgiler çerçevesinde bakıldığında, Ankara ili Gölbaşı ilçesi, özellikle Karaali Mahallesi, Karşıyaka Mahallesi, Hacılar Mahallesi taraflarında Mogan ve Eymir’i besleyen dere yataklarında zaman zaman taşma ve sel hadiseleri olduğu görülmüştür. Gölbaşında özellikle Karaali Mahallesi bakımından bakıldığında, idarenin bu mahalle bakımından sorumluluktan kurtulabilmesinin mümkün olmadığını, zira internetten yaptığımız araştırmaya göre bölgeye sürekli sel sularının geldiği, vatandaşın evinin, iş yerinin, ekininin ve hayvanlarının telef olduğu haberlere sürekli olarak yansımaktadır. Peki böyle bir durumda, idarenin burada sorumluluğunun olmadığı söylenebilir mi? Fransız Danıştay’ı aynı bölgede 100 yıl önce sel afeti yaşanmasını “demek ki öngörülebilirdi, önlenebilirdi.” şeklinde yorumlamıştır.
HANGİ İDARE SORUMLU?
İdari bir eylem veya işlemden kaynaklı açılacak olan tazminat davalarında sorulması gereken en önemli sorulardan biri davalının kim olduğu sorusudur.
Eğer bir idari işlem söz konusu ise nihai işlemi kimin tesis ettiğine bakmamız gerekirken bir idari eylem söz konusu olduğunda zarar belki derelerin ıslah edilmemesinden, belki yol yapımı çalışmalarından, belki imar planının kolluk kuvveti ile denetlenmemesinden, belki yapılaşmanın dere yatağı yönüne dikkat edilmeden yapılmasından veya belki de altyapı sorunlarından kaynaklanıyor olabilir. İdarenin bütünlüğü ve re’sen araştırma ilkesi gereğince, açılan davalarda idare mahkemesi’nin sorumlu olan idareyi tespit etmesi ve tebligata ona çıkartması re’sen gerçekleşecektir. Yine de zaten çok uzun süreler yargı sürecini yanlış yere yapılan tebligat ile daha da uzatmamak için mutlaka bir avukattan destek almanız gerekmektedir.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu 2021/2576 E. 2022/1660 K. sayılı kararı ile, hasar durumunu ve hangi idarelerin hangi oranda kusurlu olduklarının tespitinin olay tarihinden sonra güç olması sebebiyle mahallinde keşif ve bilirkişi incelemesi yaptırılmadan davalı idarelerin tamamını müteselsil sorumlu sayılmasının usul ve yasaya uygun olmadığı gerekçesi ile Bölge İdare Mahkemesi’nin ısrar kararında hukuki isabet görememiştir.
” Her ne kadar, İdare Mahkemesince somut olayda davalı idarelerin hangi oranda kusurlu olduğunun tespitinin olay tarihi sonrasında güç olduğu gerekçesi ile bilirkişi incelemesi yaptırılmaksızın, hesaplanan zarardan davalı idarelerin müteselsilen sorumlu tutulmalarına karar verilmişse de, zarara sebebiyet veren olayda davalı idarelerden DSİ Genel Müdürlüğü’nün yukarıda yer verilen iddiaları doğrultusunda davacıların müterafik kusurunun günceme gelebileceği de dikkate alındığında, davalı idareler ile varsa davacıların müterafik kusurlarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılması ve sonucuna göre her idarenin kendi kusuru oranında hesaplanan zarardan sorumlu tutulması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu itibarle, davalı idareler ile varsa davacıların müterafik kusurlarının tespiti amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmaksızın hesaplnan maddi zararın davalı idarelerce müteselsilen ödenmesine yönelik İdare Mahkemesi karar ile bu karara karşı yapılan istinaf başvurularının reddi yolundaki Bölge İdare Mahkemesi’nin ısrar kararında hukuki isabet görülmemiştir.”
Kararda görüldüğü üzere, hangi idarenin hangi oranda kusurlu ve sorumlu olduğunun tespit edilmesi yargılama sürecinin önemli aşamalarından biri olacaktır. Zira müteselsilen sorumluluk atfedilmesi bozma sebebidir.